Emre Cetin
Rengin Üç Hali: Renk Teorileri ve Algıları

Renk, temelde görsel bir algı karakteristiğidir, manipülasyondur, ışığın gözlerimizle oynadığı oyunların tümüdür. Renk teorisi de canlıların renkleri nasıl algıladığını açıklamaya çalışan bir bilim ve sanat dalı olarak nitelendirilir. Renk, dört harften oluşan bir kelimenin karşılayamayacağı kadar derin ve anlaması güç bir konudur. Çünkü aslında gerçek rengin ne olduğunu hiç birimiz bilemeyiz. Sadece ışığın izin verdiği kadarıyla algılayabilir ve genel tanımlamalardan en doğru olan kelimeleri seçebiliriz; kırmızı, yeşil, mavi, magenta, cam göbeği, koyu kahverengiye çalan turuncu, turkuazı andıran duman grisi gibi…

Renk teorisi, renkleri anlayabilmek adına, siyah ve beyazdan başlayarak genişleyen parçalamalar kullanır. En temelde üç renkle başlayan bu parçalar sonsuz sayıya doğru uzanabilir. Bu parçalamaları da renk çemberi (color wheel) ile bütünselleştirir. Bilinen ilk renk çemberi 1666 yılında Sir Issiac Newton tarafından geliştirildi. O zamandan bu yana bilim insanları ve sanatçılar renk çemberlerinin farklı varyasyonlarını incelediler ve geliştirdiler.

Rengi elde etmek için bilinen iki farkı yöntem vardır. Bunları toplamsal renk sentezi (RGB: the additive color mixing model) ve çıkarımsal renk sentezi (CMYK: the subtractive color mixing model) olarak tanımlayabiliriz. RGB-Toplamsal renk sentezi renkleri dalga boyları üzerinden tanımlar ve oluşturur. Üç temel renk vardır: kırmızı, yeşil ve mavi. Bu üç rengin toplamı da beyazı oluşturur. Aklınıza gelebilecek tüm renklerde bu üç ana rengin farklı varyasyonları kullanılarak oluşturulur. Doğal ve yapay ışık kaynaklarıyla ve bunlara bağlı olarak da dijital olarak oluşturulan tüm renkler toplamsal renk sentezi yöntemiyle elde edilmektedir. Çıkarımsal renk sentezi, bizlerin daha aşina olduğu bir yöntemdir. Küçükken okulda farklı boya kalemlerini karıştırarak öğrendiğimiz yöntem budur. CMYK, yani Cyan, magenta, sarı ve siyah renk temellidir. Basılı ya da fiziksel olarak gördüğümüz tüm renkler de bu yöntemle oluşturulmuştur.
Renkler arasındaki dinamik bir dengeden bahsedebiliriz; uyum. Görsel deneyimde renklerin izleyici ile etkileşime girmesine ve denge duygusu oluşturmasını sağlar. Eğer ki görüntü uyumlu değilse ya kaotik ya da sıkıcıdır. İnsan beyni, uyarı olmayan sinyalleri ya da organize edemeyip anlayamadığı sinyalleri reddedecektir. Dolayısıyla etkileşim kurulabilmesi için renkler arasında azami uyumun sağlanması gerekmektedir.

Rengin nasıl oluştuğunu ve renkler arasındaki uyumun neden önemli olduğunu anladık; şimdi sıra bunları çevremizle ilişkilendirmekte ve somutlamakta. Hayatınız boyunca gördüğünüz en muazzam manzarayı düşünün… Parıldayan bir deniz görüntüsü, mistik bir orman, karlarla bezenmiş dağlar ya da henüz alev püskürtmüş bir volkan. Tabiatın insanları şartlayarak öğrettiği renkleri ve renk uyumlarını, aynı insanlar kendi yarattıkları yapılarda taklit ederek sembolik ya da psikolojik ya da mistik varlık ve varyasyonlar oluşturarak taklit etmeye çalışmaktadır.

Mimarlık tarihindeki bazı öncü isimlerin yaklaşımlarını incelediğimizde tabiatı ve şartlanmış etkilerini daha açık bir şekilde gözler önüne serebiliriz. Luis Barragan’ın çalışmalarında renk, mekânsal bir saflık olarak ele alınırken, Siza Vieira akromatizm (renksizlik) temellerinde dolaşır. Lina Bo Bardi kırmızılar kullanarak alev dansları ortaya çıkarmayı hedeflerken Legorreta antik Meksika kültüründen ve geleneklerinden beslenir.

Renkler, okullarda çocukların ruhsal ve bedensel gelişimlerine, hastanelerde hastaların ve hasta yakınlarının ruhsal durumlarının stabilize edilmesine, ofislerde verimliliğin arttırılmasına, hatta kent ölçeğinde şehirlerin kimlik kazanmalarına doğrudan etki etmektedir. Fakat bakım evlerinde duvarları maviye boyamak yeterli değildir. Israel Pedrosa’nın “Da Cor à Cor Inexistente” adlı eserinde de söylediği gibi; “ rengin maddesel bir varlığı yoktur sadece ışığın eylemi altında bazı sinirsel reaksiyonlar tarafından üretilen duyumsamadır, daha kesin olarak ışık etkileriyle görme organlarınca harekete geçirilen bir tepkimedir.”

Görüldüğü gibi, renk varlığının ön koşulu olarak karşımıza ışık çıkıyor. Ancak ve ancak ışık sayesinde ve ışığın izin verdiği ölçüde renkler oluşabilmekte ya da algılanabilmektedir. Dolayısıyla hastane duvarlarını maviye boyamak hedeflenen ruhsal ve fiziksel stabilizasyon için yeterli değildir. Işığın bu etkiyi oluşturması gerekir. Güneşin neler yapabildiğini hatırlayın. Işık, düşündüğünüzden daha etkili bir araçtır; hem tahmin edilebilen hem de tahmin edilemeyen bir potansiyele sahiptir. Onu kullanırken biraz daha yaratıcı ve akılcı davranmak gereklidir, belki biraz da sınırları zorlamak. Unutmayın ki bilgelik merakla başlar…
#renk #renkteorisi #ışık #mimari #aydınlatma